Ölmeden , tek can hakkımla bitirdim 2016'yı. Ne güzeldi dersen sadece verecek tek cevabım var. Son ayları ile birlikte , 2 yıl önce kaybettiğim ve bir daha bulabileceğime inanmadığım iç sakinliğimi buldum.
Çok okudum, bol bol okumadım ama iyi okudum . Güzel kitaplar okudum en çok hangisini sevdin derlerse Kemal Varol " Ucunda Ölüm Var" ve Murat Uyurkulak "Merhume" sanırım.
Güzel güzel tiyatro oyunları izledim . En çok Hayal-i Temsil'i sevdim. (Bu sezon gittiklerimi yazmıyorum )
Güzel filmler ve diziler izledim ve en çok Black Mirror sevdim.
Bir kere aşık olmayı denedim , elime yüzüme bulaştı. Kalmadı çok fazla ben de . Ben de unuttum gitti zaten sonrasında . Bir kere de birinin bana verdiği değere inanmak istedim. O da taciz etti , hakaret etti. Tanrım kadın olmak niye zor . Bir erkek istenmediğinde neden böyle başka bir şeye dönüşebiliyor.
Ufak bir tatil yaptım. İşimi değiştirdim. Yeni bir dost edindim kendime Arada verdiğim boşlukları saymaz isen güzel güzel spor yaptım. 2015 senesinde göre biraz daha rahat kahkaha atıp , daha az ağladım. 2014 senesini özledim . Dedemi özledim.
Kardeşimle bol bol vakit geçirdim. Annemi sevdim. Dua ettim , ümit ettim arada yine çaresizce yalvararak ağladım, sonra boşverdim. Ne olursa olsun dedim.
Şimdi 2017 geliyor zerre hevesim yok.Ama 2015 senesindeki tek isteğimin ölüm olduğu gerçeğini varsayarsak , daha iyi durumda olduğumu söyleyebilirim.
Ülkeme ait ne dileyebilirim bilmiyorum . Bu toprakları seviyorum. Ama küçücük bir ruj için çırılçıplak soyulan kızları , çocuk işçileri , çocuk gelinleri , 3 yaşındaki bebeğe tecavüz edenleri , tecavüz ve dayağ
ın kesin olduğu bir kurumun açık kalmasını , kadın cinayetlerini , sadece bir yerden bir yere gitmek isterken kendini patlatan birinin bomba parçalarına kurban gidenleri görünce ne ümit edebilirim bilmiyorum.
Daha önce de dedim ; Kar yağınca İstiklal caddesinde dolaşmak ,sahlep içmek ve kitap almaktan keyif alan biriyim ben bana bunu çok görmeyin.
28 Aralık 2016 Çarşamba
12 Aralık 2016 Pazartesi
SOMYANIN ALTI
İşte o somyanın altına s aklandığım günlerden birindeyim.
Az önce bakıyorum bir haber sitesine Türkiye'de sadece Ocak 2016 'dan beri olan patlamalar listesi var. Patlamalar değil de terör saldırıları.
Oralarda buralarda , uzun kolları olan bir sistem tarafından öldürülmekle tehdit altındasınız. Oysa sadece yaşamak istiyorsunuz. Sadece yaşamak. Artık iyi falan da değil beni sevenler için yaşamaktan başka hiç bir temennim yok hayatta. Edebiyat , tiyatro , sinema seven biriyim ben ama buna izin verilmiyor, çünkü korkuyorum , metroya binmek istemiyorum. Alış veriş merkezlerini sevmem.
Taksim'de sahafa gideyim bir kaç kitap alayım istiyorum , ama gidemiyorum.
Hiç bir yerin güvenliğine inanmıyorum , devletin meclisinin önünde patlattı adamlar kendini , polisin dibine kadar girip yok ettiler insanları.
Çok uğraştı polisler benimle 2013 senesinde , ama şimdi onların o şekilde ölme fikri beynimi uyuşturuyor . " Vurmayın , öldüm " dedi , 19 yaşında bir çocuk vurdular , 13 yaşında bir yavru günlerce komada yattı , ve öldü. Acı yarıştırmıyorum kesinlikle , aksine her acının bizden olduğunu söylüyorum. Aynı gemideyiz diyorum , onca ölüme , kana rağmen bunu haykırıp duruyorum.
Birileri klavyenin başına geçip , " Korkmuyoruz" yazmış.
Ben korkuyorum. Deli gibi hem de . Aklım oynuyor , kardeşime , anneme , bana bir şey olacak diye. Oturup bazen psikopat gibi şunu hayal ediyorum : Metrodayım , adamın biri sırt çantası sırtında , ayağa kalkıp bağırarak kendini patlatıyor.
Bu benim hayal gücümün genişliği değil , maalesef ülkenin gerçeği. Elimden gelse tanıdığım herkesi bir eve kapatıp orada yaşamak istiyorum. Bunu istemeye itiliyorum.
Yoksa ben sokaklarda şarkı söyleyen çocuklarla muhabbet etmek istiyorum. Tiyatroya gitmeden kahve içmek istiyorum. Kitapçılarda dolaşmak istiyorum. Serserilik yapmak istiyorum. Ama yapamıyorum , tek dileğimin yaşamak olduğu bir ülkede başka bir şey istemeye yüzüm yok artık.
Bedel falan ödemiyor maalesef devlet babamız , ödenen bedel ölen çocukların ailelerine kalıyor. Ankara Gar önünde kızına sarılan baba ödedi .Her gece vicdan azabı içersindeki ben ödedim.
Bir şu Şehitlik kısmı var . Ben kimseye şehit diyemiyorum maalesef. Ne şu patlamalarla ölenlere ne de devlet babanın sokağa döküp zorla öldürülen insanlara da .
Ellerinle , kollarınla , bağıra bağıra soktun adamları her yere , kahraman ilan ettin , sonra sen tersleştin diye gencecik çocuklar öldü yine.
İstemiyorum şehitlik mertebesi. Vatan Sağolsun da diyemiyorum.
Ben sadece korkuyorum. Çok korkuyorum.
Az önce bakıyorum bir haber sitesine Türkiye'de sadece Ocak 2016 'dan beri olan patlamalar listesi var. Patlamalar değil de terör saldırıları.
Oralarda buralarda , uzun kolları olan bir sistem tarafından öldürülmekle tehdit altındasınız. Oysa sadece yaşamak istiyorsunuz. Sadece yaşamak. Artık iyi falan da değil beni sevenler için yaşamaktan başka hiç bir temennim yok hayatta. Edebiyat , tiyatro , sinema seven biriyim ben ama buna izin verilmiyor, çünkü korkuyorum , metroya binmek istemiyorum. Alış veriş merkezlerini sevmem.
Taksim'de sahafa gideyim bir kaç kitap alayım istiyorum , ama gidemiyorum.
Hiç bir yerin güvenliğine inanmıyorum , devletin meclisinin önünde patlattı adamlar kendini , polisin dibine kadar girip yok ettiler insanları.
Çok uğraştı polisler benimle 2013 senesinde , ama şimdi onların o şekilde ölme fikri beynimi uyuşturuyor . " Vurmayın , öldüm " dedi , 19 yaşında bir çocuk vurdular , 13 yaşında bir yavru günlerce komada yattı , ve öldü. Acı yarıştırmıyorum kesinlikle , aksine her acının bizden olduğunu söylüyorum. Aynı gemideyiz diyorum , onca ölüme , kana rağmen bunu haykırıp duruyorum.
Birileri klavyenin başına geçip , " Korkmuyoruz" yazmış.
Ben korkuyorum. Deli gibi hem de . Aklım oynuyor , kardeşime , anneme , bana bir şey olacak diye. Oturup bazen psikopat gibi şunu hayal ediyorum : Metrodayım , adamın biri sırt çantası sırtında , ayağa kalkıp bağırarak kendini patlatıyor.
Bu benim hayal gücümün genişliği değil , maalesef ülkenin gerçeği. Elimden gelse tanıdığım herkesi bir eve kapatıp orada yaşamak istiyorum. Bunu istemeye itiliyorum.
Yoksa ben sokaklarda şarkı söyleyen çocuklarla muhabbet etmek istiyorum. Tiyatroya gitmeden kahve içmek istiyorum. Kitapçılarda dolaşmak istiyorum. Serserilik yapmak istiyorum. Ama yapamıyorum , tek dileğimin yaşamak olduğu bir ülkede başka bir şey istemeye yüzüm yok artık.
Bedel falan ödemiyor maalesef devlet babamız , ödenen bedel ölen çocukların ailelerine kalıyor. Ankara Gar önünde kızına sarılan baba ödedi .Her gece vicdan azabı içersindeki ben ödedim.
Bir şu Şehitlik kısmı var . Ben kimseye şehit diyemiyorum maalesef. Ne şu patlamalarla ölenlere ne de devlet babanın sokağa döküp zorla öldürülen insanlara da .
Ellerinle , kollarınla , bağıra bağıra soktun adamları her yere , kahraman ilan ettin , sonra sen tersleştin diye gencecik çocuklar öldü yine.
İstemiyorum şehitlik mertebesi. Vatan Sağolsun da diyemiyorum.
Ben sadece korkuyorum. Çok korkuyorum.
7 Aralık 2016 Çarşamba
SPOR YAPMAK - YAPMAMAK - YAPAMAMAK
2 yıl önce derin depresyon anında başladım spora , yapacak bir şeyler , beni heyecanlandıracak bir şeylere ihtiyacım vardı. Evin en yakınında bulunan ve İstanbul'un en büyük salonlarından birine başladım .
Ne kilo vermekti derdim ne de vücudumu şekle sokmak sadece kafa dağılsın istedim. Hiç sevmedim ama , kafam dağıldı da lakin zor geldi. Her akşam salona gitmek , duş al eve git. Offf.
Dersler falan oluyordu , onlara giriyordum lakin gram oynama yoktu vücudumda üstüne üstlük 49 kilo olarak başladığım spor maceram 54 kilo olarak devam ediyordu.Çünkü spor yapıyorum diye yemediğim şeyleri yemeye başlamıştım , hamburger , pilav, pizza.
Sonra yaklaşık olarak 3 boyunca gitmedim , gittim de yalandan gittim.Açık - kapalı havuzu olan bir salondu , yazları açık havuza gidip , eski sevgilimin evin karşı güneşlendim o kadar.
Sonra Eylül ayı gibi gidip yavaş yavaş bir şeyler yapmaya başladım. Bu sefer daha keyif almaya başladım , kendime program belirledim. Makineleri kullandım , akşamları yaptığım spor 1.5 saati bulmaya başladı , sonra saunaya gir , duş al , hazırlan çık eve her akşam 21:00 'de gitmeye başladım .
Ama dedim ya kafamı oyalamam lazımdı ben de spora verdim kendimi.
Yaklaşık olarak 6 ay tek bir kişiye bile selam vermediğim salonda 6 ayın sonunda iyi niyetine çok inandığım bir arkadaşımla tanıştım ve yavaş yavaş ağırlık çalışmaya başladım .Ve Yaklaşık olarak Aralık Ayından Mart ayına kadar ciddi ciddi testesteron beylerinin çalıştığı katta ben de kendi ağırlığıma göre ağırlık çalıştım. Spordan daha çok keyif almaya başladım.
Derken zavallı spor salonum insanları yüzerken havuzdan çıkararak, spor yaparken kollarından tutarak tadilat yapıcaz diye sokağa döküp sonra da kapıya kilit vurarak güzel bir dolandırıcılık vaakasına imza attılar . Ben de yine nüksetmiş depresyonumla ( ya da tekerrür eden hayatımla) başbaşa kaldım. Önceleri yeni işime yakın olma kaydıyla spor salonu aradım bulamadım , öyle olunca evime yaklaşık olarak 150 kilo ağırlığında barbell seti , ufak dumbell , mat ve sehpa alarak evimde kendime spor salonu yaptım ama salona gitmeyi özledim. Salon motivasyonunu özledim.
Ve eve yakın , doğal olarak işime de yakın spor salonu buldum. Lakin Tanrım hiç mi sevmezsin salonu, bu kadar mı uzaklaşırsın o spordan anlatamam.
Şimdi kardeşimi de üye yaptım aynı salona ve onunla gidip geliyorum , biraz daha motive durumdayım. Geçen gün sabah giyinirken en dar olan yürütmeyen kıyafetlerimin bile bol geldiğini gördüm.
Hayatım boyunca zayıf , çıta gibi biri olmadım hep bi balık etliydim. Ama şimdi xs kıyafetler bile büyük gelebiliyor. Vücudum daha şekilli , uykularım daha düzenli , sağlığım daha yerinde.
Beslenmeme de dikkat ediyorum bunun yanında tabi. Ama çok katı değilim.
Kendimi bildim bileli en zayıf olduğum 49 kilo halimle bile basen sorunum vardı. Üst beden S iken alt beden hep M veya L olurdu. Şimdi beni çocukluktan beri tanıyan arkadaşım yağ mı aldırdın dedi.
Çünkü gitti , yok denecek kadar az. Hiç hırs yapmadım , kilo vericem diye delirmedim. Sadece istikrar , 17 kiloyu akapunktur ile vermiş ve hepsini geri almış bir arkadaşım dün telefonda "Ay ne güzel zayıfladın ben ne yapıcam " diyince telefonda patladım.
Kolay değil ki biliyorum ben de . Ben erken bir saatte işten çıkıyorum evimle işim arası 15 dakika , ben de biliyorum eve gelip bacaklarımı uzatıp , televizyon izlemeyi , üstünde tereyağı bol olan mantıyı yemeği , dönerle pilavı gömmeyi.Her akşam salona gitmem , üstümü değiştirip spora başlamam 18:00' buluyor , boyuma ve kiloma göre gerçekten zor bir antreman yapıyorum , bitmesi 19:10. Salondan çıkıp eve gidip duş almam 19:30'u geçiyor, Çantanı boşalt , yeni çanta yap , saçlarını kurut , yemek yap , ye ,topla inan en iyi ihtimalle 20:30 oluyor kıçımın üstüne oturalı.Aman proteinli ye,şeker alma ,karbonhidrat olmasın .
Valla elime kitap almaya halim kalmıyor hafta içi. Arkadaşlarım buluşalım dediğinde önceliğim spor oluyor maalesef. Vücudunuzu buna alıştırdınız mı yapmamak nasıl bir vicdan azabı.
Dün bir ara evin içinde "Yeter" diye bağırıyordum.
Biraz da yediklerinize dikkat edin. Benim niye kilo alıyorum diye hayıflanan arkadaşım , bir oturuşta 2 paket Doritos , 2 tabak pilav falan yiyebiliyor. Ben pilavın tadını unuttum.
Abur cuburla zaten aram yok. En zayıf olduğum konu , Patlamış Mısır ve Peynir.
Peynir zaten sıkıntı yok düşünmeden yiyorum . Mısır da işte yağsız yapıp ufak bir kase yiyorum.
Ne diyetisyenim ne de profosyonel sporcu. Sadece kafamdaki boşluğu oraya akıtmak rahatlatıyor sonuçlarını görmekte mutlu ediyor tabi.
Ne kilo vermekti derdim ne de vücudumu şekle sokmak sadece kafa dağılsın istedim. Hiç sevmedim ama , kafam dağıldı da lakin zor geldi. Her akşam salona gitmek , duş al eve git. Offf.
Dersler falan oluyordu , onlara giriyordum lakin gram oynama yoktu vücudumda üstüne üstlük 49 kilo olarak başladığım spor maceram 54 kilo olarak devam ediyordu.Çünkü spor yapıyorum diye yemediğim şeyleri yemeye başlamıştım , hamburger , pilav, pizza.
Sonra yaklaşık olarak 3 boyunca gitmedim , gittim de yalandan gittim.Açık - kapalı havuzu olan bir salondu , yazları açık havuza gidip , eski sevgilimin evin karşı güneşlendim o kadar.
Sonra Eylül ayı gibi gidip yavaş yavaş bir şeyler yapmaya başladım. Bu sefer daha keyif almaya başladım , kendime program belirledim. Makineleri kullandım , akşamları yaptığım spor 1.5 saati bulmaya başladı , sonra saunaya gir , duş al , hazırlan çık eve her akşam 21:00 'de gitmeye başladım .
Ama dedim ya kafamı oyalamam lazımdı ben de spora verdim kendimi.
Yaklaşık olarak 6 ay tek bir kişiye bile selam vermediğim salonda 6 ayın sonunda iyi niyetine çok inandığım bir arkadaşımla tanıştım ve yavaş yavaş ağırlık çalışmaya başladım .Ve Yaklaşık olarak Aralık Ayından Mart ayına kadar ciddi ciddi testesteron beylerinin çalıştığı katta ben de kendi ağırlığıma göre ağırlık çalıştım. Spordan daha çok keyif almaya başladım.
Derken zavallı spor salonum insanları yüzerken havuzdan çıkararak, spor yaparken kollarından tutarak tadilat yapıcaz diye sokağa döküp sonra da kapıya kilit vurarak güzel bir dolandırıcılık vaakasına imza attılar . Ben de yine nüksetmiş depresyonumla ( ya da tekerrür eden hayatımla) başbaşa kaldım. Önceleri yeni işime yakın olma kaydıyla spor salonu aradım bulamadım , öyle olunca evime yaklaşık olarak 150 kilo ağırlığında barbell seti , ufak dumbell , mat ve sehpa alarak evimde kendime spor salonu yaptım ama salona gitmeyi özledim. Salon motivasyonunu özledim.
Ve eve yakın , doğal olarak işime de yakın spor salonu buldum. Lakin Tanrım hiç mi sevmezsin salonu, bu kadar mı uzaklaşırsın o spordan anlatamam.
Şimdi kardeşimi de üye yaptım aynı salona ve onunla gidip geliyorum , biraz daha motive durumdayım. Geçen gün sabah giyinirken en dar olan yürütmeyen kıyafetlerimin bile bol geldiğini gördüm.
Hayatım boyunca zayıf , çıta gibi biri olmadım hep bi balık etliydim. Ama şimdi xs kıyafetler bile büyük gelebiliyor. Vücudum daha şekilli , uykularım daha düzenli , sağlığım daha yerinde.
Beslenmeme de dikkat ediyorum bunun yanında tabi. Ama çok katı değilim.
Kendimi bildim bileli en zayıf olduğum 49 kilo halimle bile basen sorunum vardı. Üst beden S iken alt beden hep M veya L olurdu. Şimdi beni çocukluktan beri tanıyan arkadaşım yağ mı aldırdın dedi.
Çünkü gitti , yok denecek kadar az. Hiç hırs yapmadım , kilo vericem diye delirmedim. Sadece istikrar , 17 kiloyu akapunktur ile vermiş ve hepsini geri almış bir arkadaşım dün telefonda "Ay ne güzel zayıfladın ben ne yapıcam " diyince telefonda patladım.
Kolay değil ki biliyorum ben de . Ben erken bir saatte işten çıkıyorum evimle işim arası 15 dakika , ben de biliyorum eve gelip bacaklarımı uzatıp , televizyon izlemeyi , üstünde tereyağı bol olan mantıyı yemeği , dönerle pilavı gömmeyi.Her akşam salona gitmem , üstümü değiştirip spora başlamam 18:00' buluyor , boyuma ve kiloma göre gerçekten zor bir antreman yapıyorum , bitmesi 19:10. Salondan çıkıp eve gidip duş almam 19:30'u geçiyor, Çantanı boşalt , yeni çanta yap , saçlarını kurut , yemek yap , ye ,topla inan en iyi ihtimalle 20:30 oluyor kıçımın üstüne oturalı.Aman proteinli ye,şeker alma ,karbonhidrat olmasın .
Valla elime kitap almaya halim kalmıyor hafta içi. Arkadaşlarım buluşalım dediğinde önceliğim spor oluyor maalesef. Vücudunuzu buna alıştırdınız mı yapmamak nasıl bir vicdan azabı.
Dün bir ara evin içinde "Yeter" diye bağırıyordum.
Biraz da yediklerinize dikkat edin. Benim niye kilo alıyorum diye hayıflanan arkadaşım , bir oturuşta 2 paket Doritos , 2 tabak pilav falan yiyebiliyor. Ben pilavın tadını unuttum.
Abur cuburla zaten aram yok. En zayıf olduğum konu , Patlamış Mısır ve Peynir.
Peynir zaten sıkıntı yok düşünmeden yiyorum . Mısır da işte yağsız yapıp ufak bir kase yiyorum.
Ne diyetisyenim ne de profosyonel sporcu. Sadece kafamdaki boşluğu oraya akıtmak rahatlatıyor sonuçlarını görmekte mutlu ediyor tabi.
22 Kasım 2016 Salı
TİYATRO- AKCİĞER
Acıların kadını sıfatımdan sıyrılıp , entellektüel kadını halime dönüşebilirim bence .
Dün akşam çok sevdiğim bir arkadaşımın bana hediye ettiği , Akciğer oyununa gittim.
Moda Sahnesinde .
Engin Hepileri ve Nergis Öztürk oynuyordu.
Biraz torpilli bir hediye olmuş , çünkü arkadaşım Engin Hepileri hastasıydı.
Neyse efendim , çocuk sahibi olmak isteyen bir çiftin hikayesi vardı sahnede .
Çok ama çok başarılıydı . Nergis Öztürk hele hayranlıkla izledim. Ve kendimi o kadar çok gördüm ki anlatamam. O delirmeler , o hesap sormalar , o sorgulamalar tam benim tepkilerimdi yaptıkları .
Oyunda herhangi bir dekor yok , zaman yok , ve ara da verilmedi yaklaşık olarak 1.5 saat boyunca zamanı ve mekanı sizin hayal gücünüze bırakan bir oyun.
İlişkiler , doğanın durumu , Evlilik , çocuk sahibi olmak , aldatmak herşeyin ama herşeyin sorgulamasını yaşatıyor size. Gerçi ben mevcut sorgulamaların içine düşeli çok uzun zaman olduğundan , çok yadırgamadım ama yine de başka bakış açıları verdi.
Mutsuz ve umutsuzluğun içine boğulmadan , okuyarak , öğrenerek , bu bataklıktan kendilerini çıkarmaya çalışan iki insanın aslında birbirini kaybetmemek adına verdiği mücadeleden bahsediyor.
Tabi oyunun en güzel süprizi benim için , kapıda Mine Söğüt'ü görmem ve koca salonda benim yanıma oturması , başımı O'nun omzuna yaslamam ve çıkışta bana sıkı sıkı sarılması oldu.
Dün akşam çok sevdiğim bir arkadaşımın bana hediye ettiği , Akciğer oyununa gittim.
Moda Sahnesinde .
Engin Hepileri ve Nergis Öztürk oynuyordu.
Biraz torpilli bir hediye olmuş , çünkü arkadaşım Engin Hepileri hastasıydı.
Neyse efendim , çocuk sahibi olmak isteyen bir çiftin hikayesi vardı sahnede .
Çok ama çok başarılıydı . Nergis Öztürk hele hayranlıkla izledim. Ve kendimi o kadar çok gördüm ki anlatamam. O delirmeler , o hesap sormalar , o sorgulamalar tam benim tepkilerimdi yaptıkları .
Oyunda herhangi bir dekor yok , zaman yok , ve ara da verilmedi yaklaşık olarak 1.5 saat boyunca zamanı ve mekanı sizin hayal gücünüze bırakan bir oyun.
İlişkiler , doğanın durumu , Evlilik , çocuk sahibi olmak , aldatmak herşeyin ama herşeyin sorgulamasını yaşatıyor size. Gerçi ben mevcut sorgulamaların içine düşeli çok uzun zaman olduğundan , çok yadırgamadım ama yine de başka bakış açıları verdi.
Mutsuz ve umutsuzluğun içine boğulmadan , okuyarak , öğrenerek , bu bataklıktan kendilerini çıkarmaya çalışan iki insanın aslında birbirini kaybetmemek adına verdiği mücadeleden bahsediyor.
Tabi oyunun en güzel süprizi benim için , kapıda Mine Söğüt'ü görmem ve koca salonda benim yanıma oturması , başımı O'nun omzuna yaslamam ve çıkışta bana sıkı sıkı sarılması oldu.
21 Kasım 2016 Pazartesi
DÖKÜLENLER
Gözleri dolarak bana yalnızlığını anlattığı zaman elimi yanağına koyup "Burdayım" demek istedim.
Sonra da 1 hafta sonra dedi ki " Şirket kursam kadına karar verme yetkisi vermem"
Bunu dedi , gözümün içine baka baka hem de . Götümün ağzı
Sonrasında yanında geçirilen 1 saat daha ve sürekli esneyen ben.
İstemsiz olarak , dediği her şeye kup taktım , Yaptığı işi küçümsedim , yanında mecbur olarak kaldığımı ima ettim , çantamda doğum günü için aldığım hediyeyi vermedim.
Kaçarak ayrıldım yanından , sonra da aramadım sormadım.
Yıllarca yurt dışında yaşa sonra da "Kadınlar " diye başlayan küçümseyen cümleler kur.
Ben buna izin vermem. Vermem.
Senin o beğenmediğin kadın bu ülkede , nelere karar veriyor biliyor musun ?
Bi abisi sokağın öbür ucunda , diğeri diğer ucunda , babası evde beklerken işten eve gelmeye çalışıyor. O işteki parasını ailesine veriyor.
Eğlenemiyor , eğleneni eve dönemiyor , giyinemiyor , giyineni tekme tokat dövülüyor.
Yöneticisi taciz ediyor , etmese bileğinin hakkı ile kazansa bile illa ki arkasında bir erkek olduğuna inanılıyor . Kendi parası varken , sana işini sorduğunda zengin koca arıyor oluyorsun.
Karakteri , yaşayışı , inanışı her ne olursa olsun , taktığın lakaplara bir bak.
Kaşar, Kezban.
Sende şimdi kalkmış ne diyorsun. Densiz.
Git aptal dizilere çalışmaya devam et o zaman. Bok Kafa.
Aaa bir de sen varsın çocukluk arkadaşım. Gelinlerin tatlı telaşını küçük gören dalga geçenim.
Ulan evlenmeyi nasıl hırs yaptığını ben biliyorum. Kendin bana söyledin , " Eski sevgilin evlenmiş diye , hırsımdan evleniyorum" dedin. Yahu kuzu inciği , arpa şehriye pilavının içine yarım saatte yerleştirip , nöbete gitmeden önce masaya " Evimin Direğine" diye not yazmadın mı ?
Şimdi kurdeleli sofrayı neden küçümsüyorsun. Bırak ne istiyorsa o boku yesin. Eleştirecek , küçümseyecek en son kişisin kızım sen . Daha geçen sene sevgili kocişinin soyunu devam ettirecek erkek çocuğu doğuramadın diye hayıflanmadın mı sen ?
Ay bayılacam yemin ederim.
Kadına mı anlatayım , erkeğe mi anlatayım derdimi.
Oğlum o boncuk gibi , köpek yavrusu gibi bakan herife aşık olmuştum ben ve adam bayılırdı profiterol yemeğe , öğrenip yapmıştım. Üstüne kurdele ,kuş boku falan kondurmadan da aynı tabaktan beraber yemiştik. Şimde sen de niye bana "Sen erkeğe hizmet etmeye bayılıyorsun " diyorsun. Aynı adam hastayken iki barkak çay verdim diye , 3. bardakta söylenip kalk kendin al demişliğim var. Ya da aynı adamın bana kahvaltı hazırlamışlığı , regl olduğum gün ped aldırmışlığım var.
Bunların içinde nefes almaktan bıktım ben. Nefes almaktan bıktım ben
Sonra da 1 hafta sonra dedi ki " Şirket kursam kadına karar verme yetkisi vermem"
Bunu dedi , gözümün içine baka baka hem de . Götümün ağzı
Sonrasında yanında geçirilen 1 saat daha ve sürekli esneyen ben.
İstemsiz olarak , dediği her şeye kup taktım , Yaptığı işi küçümsedim , yanında mecbur olarak kaldığımı ima ettim , çantamda doğum günü için aldığım hediyeyi vermedim.
Kaçarak ayrıldım yanından , sonra da aramadım sormadım.
Yıllarca yurt dışında yaşa sonra da "Kadınlar " diye başlayan küçümseyen cümleler kur.
Ben buna izin vermem. Vermem.
Senin o beğenmediğin kadın bu ülkede , nelere karar veriyor biliyor musun ?
Bi abisi sokağın öbür ucunda , diğeri diğer ucunda , babası evde beklerken işten eve gelmeye çalışıyor. O işteki parasını ailesine veriyor.
Eğlenemiyor , eğleneni eve dönemiyor , giyinemiyor , giyineni tekme tokat dövülüyor.
Yöneticisi taciz ediyor , etmese bileğinin hakkı ile kazansa bile illa ki arkasında bir erkek olduğuna inanılıyor . Kendi parası varken , sana işini sorduğunda zengin koca arıyor oluyorsun.
Karakteri , yaşayışı , inanışı her ne olursa olsun , taktığın lakaplara bir bak.
Kaşar, Kezban.
Sende şimdi kalkmış ne diyorsun. Densiz.
Git aptal dizilere çalışmaya devam et o zaman. Bok Kafa.
Aaa bir de sen varsın çocukluk arkadaşım. Gelinlerin tatlı telaşını küçük gören dalga geçenim.
Ulan evlenmeyi nasıl hırs yaptığını ben biliyorum. Kendin bana söyledin , " Eski sevgilin evlenmiş diye , hırsımdan evleniyorum" dedin. Yahu kuzu inciği , arpa şehriye pilavının içine yarım saatte yerleştirip , nöbete gitmeden önce masaya " Evimin Direğine" diye not yazmadın mı ?
Şimdi kurdeleli sofrayı neden küçümsüyorsun. Bırak ne istiyorsa o boku yesin. Eleştirecek , küçümseyecek en son kişisin kızım sen . Daha geçen sene sevgili kocişinin soyunu devam ettirecek erkek çocuğu doğuramadın diye hayıflanmadın mı sen ?
Ay bayılacam yemin ederim.
Kadına mı anlatayım , erkeğe mi anlatayım derdimi.
Oğlum o boncuk gibi , köpek yavrusu gibi bakan herife aşık olmuştum ben ve adam bayılırdı profiterol yemeğe , öğrenip yapmıştım. Üstüne kurdele ,kuş boku falan kondurmadan da aynı tabaktan beraber yemiştik. Şimde sen de niye bana "Sen erkeğe hizmet etmeye bayılıyorsun " diyorsun. Aynı adam hastayken iki barkak çay verdim diye , 3. bardakta söylenip kalk kendin al demişliğim var. Ya da aynı adamın bana kahvaltı hazırlamışlığı , regl olduğum gün ped aldırmışlığım var.
Bunların içinde nefes almaktan bıktım ben. Nefes almaktan bıktım ben
30 Ekim 2016 Pazar
UCUNDA ÖLÜM VAR
Bu ay içerisinde bitmesin çok özen gösterdim bu kitabın , böylece Ekim Ayı içerisinde 4 kitap bitirebilmiş olacaktım .
Neyse .Konumuz bu değil konumuz Ağıtçı Kadın , konumuz Heves Ali , konumuz Artin , konumuz Ümit , konumuz Como Emmi , ve konumuz Kemal Varol .
Kendisini bir arkadaşımın Jar kitabını önermesiyle tanıştım . Kitabı alma anı bile aklımıda . Çok fazla kitap almış olmanın hafif vicdan azabı üzerimde , rafta elime alıp alıp bırakıyorum .
Sonra saçma sapan bir alışveriş merkezinde sinir krizi geçirmek üzere iken , D&R'a gittim ve sanki o kitabı alınca herşey düzelecekmiş gibi direk rafa doğru gidip elime aldım.
Jar beni o kadar etkiledi ki , kitabın bitmesine 1 saat kala internetten yazarın diğer iki kitabını da almıştım çoktan .Sonra geçenlerde yine okuma tıkanması yaşarken , " Dur yahu Kemal Varol okuyayım " dedim.
Dün akşam elimde kitap odanın bir köşesinde sessiz sessiz ağlıyordum okurken. 50 Yıllık bir sevdanın peşine düşen Ağıtçı Kadın. Yıllarca adını kalbinde lakabını kursağında taşıdığı Heves Ali bir de .
Ağıtçı Kadın öleceğini hissettiğinde , gördüğü bir rüyayı işaret sayarak , 50 yıl önce kendisini cevapsız , hayatsız bırakan adamın peşine düşüp , hesap sormaya gider. Fakat sonra başka hikayelerle tanışır , her yerde sevdiği adamın ağıdını yakmaya hazırlanırken başka hikayelerin ağıdını yakar.
Kitaptan etkileyici bir şey yazayım dedim , fakat o kadar fazla yeri etkiledi. O kadar fazla yerin altını çizdim ki , burası daha etkileyici diyebileceğim bir yer yok tam olarak.
Okuyup , hissederseniz daha iyi anlarsınız beni.
Şimdi yazarın Haw romanı kaldı okumadığım , yeni romanın haberi gelse keşke.
Neyse .Konumuz bu değil konumuz Ağıtçı Kadın , konumuz Heves Ali , konumuz Artin , konumuz Ümit , konumuz Como Emmi , ve konumuz Kemal Varol .
Kendisini bir arkadaşımın Jar kitabını önermesiyle tanıştım . Kitabı alma anı bile aklımıda . Çok fazla kitap almış olmanın hafif vicdan azabı üzerimde , rafta elime alıp alıp bırakıyorum .
Sonra saçma sapan bir alışveriş merkezinde sinir krizi geçirmek üzere iken , D&R'a gittim ve sanki o kitabı alınca herşey düzelecekmiş gibi direk rafa doğru gidip elime aldım.
Jar beni o kadar etkiledi ki , kitabın bitmesine 1 saat kala internetten yazarın diğer iki kitabını da almıştım çoktan .Sonra geçenlerde yine okuma tıkanması yaşarken , " Dur yahu Kemal Varol okuyayım " dedim.
Dün akşam elimde kitap odanın bir köşesinde sessiz sessiz ağlıyordum okurken. 50 Yıllık bir sevdanın peşine düşen Ağıtçı Kadın. Yıllarca adını kalbinde lakabını kursağında taşıdığı Heves Ali bir de .
Ağıtçı Kadın öleceğini hissettiğinde , gördüğü bir rüyayı işaret sayarak , 50 yıl önce kendisini cevapsız , hayatsız bırakan adamın peşine düşüp , hesap sormaya gider. Fakat sonra başka hikayelerle tanışır , her yerde sevdiği adamın ağıdını yakmaya hazırlanırken başka hikayelerin ağıdını yakar.
Kitaptan etkileyici bir şey yazayım dedim , fakat o kadar fazla yeri etkiledi. O kadar fazla yerin altını çizdim ki , burası daha etkileyici diyebileceğim bir yer yok tam olarak.
Okuyup , hissederseniz daha iyi anlarsınız beni.
Şimdi yazarın Haw romanı kaldı okumadığım , yeni romanın haberi gelse keşke.
29 Ekim 2016 Cumartesi
JULİETA - YAŞASIN BAŞKA SİNEMA
Başka sinemayı çok seviyorum . Sürekli festival filmleri var.
Üstüne üstlük bu filmleri en sevdiğim " Sinema" salonlarında izliyorum.
Almodavar 'ın son filmi olan Julieta'yı da yine Başka Sinema'da izledim .
Beyoğlu Sineması'nda izledim ve sanırım halen daha oynuyor.
Bir saniye bile gözümü kırpmadım , o ne güzel filmdi öyle.
Ne güzel bir hesaplaşma , nasıl bir geçmişte dolaşmaydı.
En yakından tanıklarının , yaşama sebeplerinin bile seni nasıl az tanıdığını anlıyorsun. Film boyunca sorguladım kendimi " Benim annem , beni ne kadar tanıyor ?" diye .
Sonrasında da şöyle bir cevap buldum , " Kim beni ne kadar iyi tanıyor , ya da ben kimi ne kadar iyi tanıyorum ki ?"
Bu kadar yıl Almodavar'dan bir film beklemiştim ve buna değdi bence . Çok gerçekti film.
Hele trende olan , karlar için de bir geyik sahnesi vardı ki , beni benden aldı.
Üstüne üstlük bu filmleri en sevdiğim " Sinema" salonlarında izliyorum.
Almodavar 'ın son filmi olan Julieta'yı da yine Başka Sinema'da izledim .
Beyoğlu Sineması'nda izledim ve sanırım halen daha oynuyor.
Bir saniye bile gözümü kırpmadım , o ne güzel filmdi öyle.
Ne güzel bir hesaplaşma , nasıl bir geçmişte dolaşmaydı.
En yakından tanıklarının , yaşama sebeplerinin bile seni nasıl az tanıdığını anlıyorsun. Film boyunca sorguladım kendimi " Benim annem , beni ne kadar tanıyor ?" diye .
Sonrasında da şöyle bir cevap buldum , " Kim beni ne kadar iyi tanıyor , ya da ben kimi ne kadar iyi tanıyorum ki ?"
Bu kadar yıl Almodavar'dan bir film beklemiştim ve buna değdi bence . Çok gerçekti film.
Hele trende olan , karlar için de bir geyik sahnesi vardı ki , beni benden aldı.
Ekim ayı bitmeden bir film daha izlemenin haklı mutluluğu var üstümde.
Yaşasın !!!!
24 Ekim 2016 Pazartesi
SALAK
Başedemiyorum vallahi bu kadınla başedemiyorum.
Herkesle başediyorum. Ama bu kadınla olmuyor yani .
Bok kafa , bastı bacak çünkü.
Sürekli , bir şekilde her gün canımı sıkmayyı başarıyor.
Kendini benim müdürüm falan zannetmeye başladı ya en çok ona sinir oluyorum.
Öldürsem çok yer miyim ?
Bok kafayı kaldırdım dünyadan olmaz yemem bence.
Az evvel bir yerde okudum diyor ki ;
Ah küçük insanlar , küçük zaferlerini yaşayıp kendilerini tanrı sanıyorlar.
Herkesle başediyorum. Ama bu kadınla olmuyor yani .
Bok kafa , bastı bacak çünkü.
Sürekli , bir şekilde her gün canımı sıkmayyı başarıyor.
Kendini benim müdürüm falan zannetmeye başladı ya en çok ona sinir oluyorum.
Öldürsem çok yer miyim ?
Bok kafayı kaldırdım dünyadan olmaz yemem bence.
Az evvel bir yerde okudum diyor ki ;
Ah küçük insanlar , küçük zaferlerini yaşayıp kendilerini tanrı sanıyorlar.
23 Ekim 2016 Pazar
EKİM AYI
Ekim ayı içerisinde ayların boşluğunu doldurma açlığı ile her şeye saldırmışım.
Sinema ile başlayalım bence .Filmekimi olmasından dolayı güzel güzel filmler izledim.
1-Canavar'ın Çağrısı :
Beyoğlu Sineması'ında gittik. Çok ama çok beğendim bu filmi . İnanılmaz güzel bir konusu ve anlatımı vardı.Zaten Fantastik filmleri çok seven bünyeme ilaç gibi geldi. Bir çocuğun gözünden ölümü izliyorsunuz özetle. Lakin bir çocuğun hayal dünyasının ne kadadr geniş olduğunu görebiliyoruz filmde. Filmin içinde anlatılan hikayeler genel olarak konu ile uyumlu , animasyon kısımları da inanılmaz keyifliydi. Fİlm de oynayan annemiz zaten ressam ve çizim yapıyor, animasyınlarda onun çizimleri ile aynıydı .
Filme gitmeden önce çok fazla bir bilgim yoktu hakkında , Patrick Ness yazarının aynı adlı romanından uyarlamaymış .
2-Masumlar
Bu filme Atlas sinemasında gittik , çok ama çok etkileyiciydi. Ve sanırım o kadar film içinde en çok etkilendiğim buydu. Doktor Mathilde'nin Polonya'da bir manastırda hamile bir kadına yardım eder , fakat Rus askerleri tarafından tecavüze uğramış ve hamile olan başka kadınlarda vardır. Film boyunca inançlı olmayı , inancın boyutunu , savaşın yine kadınların acımasızlığını anlatıyordu. filmin 10.dakikasından itibaren yanımda ağlamaa başlayan abla olmasaydı ben de ağlayabilirdim , ama o ağlayınca ben sustum. Yine de son 20 dakikasında kendimi tutamadım.
3-Florence
Beyoğlu Sinemasında izledim bunu da
İki tane salya sümük ağlayarak çıktığım filmden sonra , biraz gülmek ve eğlenmek iyi geldi. Açıkçası Filmemini sırf bu filmden ötürü bekledim. Merly Streep konusunda hassasım , çok seviyorum , çok beğeniorum bu kadını. Florence Foster Jenkins , Opera sanatçısı olmak isteyen fakat kötü sesinden dolayı olamamış bir kadının gerçek hayat hikayesini anlatıyor. Dekorlar , mekanlar , kostümler ve Merly Streep 'in inanılmaz oyunculuğu . Tadı damağımda çok ama çok keyif alarak çıktım filmden .
4. Öğrenci
Bunu da City's Alış veriş merkezinde izledim. Alış veriş merkezinden zaten nefret ederim , buraya da ikinci gelişim olmasın rağmen bildiğin nefret ettim. Filme gelirsek .
Aslında konu güzeldi günümüz Rusya'sında geçen filmin merkezinde lise öğrencisi Venya yer alıyor. Okuldaki tüm derslere karşı çıkıyor ,elindeki tek dayanak ise İncil. ÜStüne bu çocuk çok iyi bir vaiz ve etrafındaki herkesi ikna edior sadece biyoloji öğretmeni Elena hariç . Evet konu çok güzeldi , film kendini izlettirdi , fakat sonu ortada kaldı kimse kaldırmadı. Film bittiğinde ne olacak şimdi , ne dersi alıcam diye kaldım.
Neyse gelelim en sevdiğim sanat dalına. Yani :Tiyatro
30 Eylül gününe almış olduğum Jennifer'ın Düğünü biletlerini çok güzel yaktıktan sonra 2 hafta beklemek zorunda kaldım.
Senenin ilk oyununu 15 Ekim 'e ; Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde izledim.
On İki Öfkeli Adam.
Aslında geçen senenin oyunuydu ama çok istediğim gibi bir yer bulamadığımdan hep beklettim. Bu sene biletler satışa çıkar çıkmaz aldığımdan tam istediğim gibi bir yer buldum. Serdar Orçin'i en önde izleme fırsatım oldu ya . Diğer oyunculara haksızlık etmek istemem oyun başlı başına şaheserdi. Tüm oyun boyunca hayranlıkla izledim. Alkışlamaktan ellerim çatladı neredeyse. Sezonu bu kadar şahane bir oyun ile açmış olmak çok mutlu etti beni.
Diğer bir oyun da yine Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesinde Şahane Züğürtler'i izledim. Haldun Dormen yönetmiş. Çok ama çok beğendim. Her bir oyuncununperforması tek kelimeyle şahaneydi. Bir saniye bile tempo düşmedi .Daha sonra evde internette gezinirken Haldun Dormen ve Nevra Serezli'nin oyununu izledim. Ve kesinllikle benim izlediğimin daha güzel olduğuna karar verdim.
Son izlediğim oyunda Devlet Tiyatrolarının bu sene prömiyerini yaptığı , Erkek Parkı idi. Komediydi oyun ama lakikn hiç gülmedim diyebilirim. Herkes kahkahalarla gülerken ben somurttum. Çünkü kadınların alış veriş sevdası yüzünden ,erkeklerin neler çektiğini anlatıyordu. Böyle bir oyunu sahneye koyarken acaba Türkiye'de olduklarının farkında mıydı Sevgili Devlet Tiyatrosu.? Ne çok çekiyormuş erkekler , kadınlardan . Alış verişte onlara eşlik ederken . Keşke bir de kadınların erkekler yüzünden , keşke bir de kadınların erkekler yüzünden yaşadıkları anlatılsa , gerçi komediden çok dram olur ya o .
Neyse.
Yeterince çemkirdiğime göre .
Bu senenin ilk , ayın tek konserine geldi sıra.
Bülent Ortaçgil. Trump Tower alış veriş merkezinde dinledim . Çok keyifliydi . Başka bir havası var bu adamın. Çok sevdim , çok beğendim. Biraz kısa sürdü. Bülent Ortaçgil dinlemek çok keyifliydi fakat Erkan Oğur'u canlı görmek , dünya gözüyle ayrı görmek çok mutlu etti beni.
Okuma olarak ise bu ay rezalet durumdayım . Ancak iki kitap bitirebildim. Diğerine de başladım . Biterse 3 kitap olacak. Biri Nermin Yıldırım - Rüyalar Anlatılmaz. Yazarı bir diğer kitabı olan Unutma Dersleri ile tanıdım ve çok ama çok etkilendim. Rüyalar Anlatılmaz'da yine şahane bir kitaptı .Bir ailenin paramparça oluşunu , konuşulması gerekeni kimsenin konuşmayışı , bir sırrın nasıl derin yaralar açtığı , unutulanlar ve hatırlandıkça insanı yok eden bir hikaye .
Diğeri de Elif Şafak - Havva'nın Üç Kızı.
Ne zaman bir daha okumam desem de okuyorum bu kadını .Satılmak için bu kadar basit bir hikaye yazmamalı , arada kalmışların hikayesi güya ama enterasan bir hikaye değil ki , Herkes arada kalmış bu ülkede .
Şimdi de Kemal Varol okuyorum . Ok gibi kelimeleri var. İnsanın ciğerine saplanıyor. Bu ay bitirmeden bitirmek istiyorum , zaten bitecek gibi duruyor.
Şimdilik bu kadar.
Sinema ile başlayalım bence .Filmekimi olmasından dolayı güzel güzel filmler izledim.
1-Canavar'ın Çağrısı :
Beyoğlu Sineması'ında gittik. Çok ama çok beğendim bu filmi . İnanılmaz güzel bir konusu ve anlatımı vardı.Zaten Fantastik filmleri çok seven bünyeme ilaç gibi geldi. Bir çocuğun gözünden ölümü izliyorsunuz özetle. Lakin bir çocuğun hayal dünyasının ne kadadr geniş olduğunu görebiliyoruz filmde. Filmin içinde anlatılan hikayeler genel olarak konu ile uyumlu , animasyon kısımları da inanılmaz keyifliydi. Fİlm de oynayan annemiz zaten ressam ve çizim yapıyor, animasyınlarda onun çizimleri ile aynıydı .
Filme gitmeden önce çok fazla bir bilgim yoktu hakkında , Patrick Ness yazarının aynı adlı romanından uyarlamaymış .
2-Masumlar
Bu filme Atlas sinemasında gittik , çok ama çok etkileyiciydi. Ve sanırım o kadar film içinde en çok etkilendiğim buydu. Doktor Mathilde'nin Polonya'da bir manastırda hamile bir kadına yardım eder , fakat Rus askerleri tarafından tecavüze uğramış ve hamile olan başka kadınlarda vardır. Film boyunca inançlı olmayı , inancın boyutunu , savaşın yine kadınların acımasızlığını anlatıyordu. filmin 10.dakikasından itibaren yanımda ağlamaa başlayan abla olmasaydı ben de ağlayabilirdim , ama o ağlayınca ben sustum. Yine de son 20 dakikasında kendimi tutamadım.
3-Florence
Beyoğlu Sinemasında izledim bunu da
İki tane salya sümük ağlayarak çıktığım filmden sonra , biraz gülmek ve eğlenmek iyi geldi. Açıkçası Filmemini sırf bu filmden ötürü bekledim. Merly Streep konusunda hassasım , çok seviyorum , çok beğeniorum bu kadını. Florence Foster Jenkins , Opera sanatçısı olmak isteyen fakat kötü sesinden dolayı olamamış bir kadının gerçek hayat hikayesini anlatıyor. Dekorlar , mekanlar , kostümler ve Merly Streep 'in inanılmaz oyunculuğu . Tadı damağımda çok ama çok keyif alarak çıktım filmden .
4. Öğrenci
Bunu da City's Alış veriş merkezinde izledim. Alış veriş merkezinden zaten nefret ederim , buraya da ikinci gelişim olmasın rağmen bildiğin nefret ettim. Filme gelirsek .
Aslında konu güzeldi günümüz Rusya'sında geçen filmin merkezinde lise öğrencisi Venya yer alıyor. Okuldaki tüm derslere karşı çıkıyor ,elindeki tek dayanak ise İncil. ÜStüne bu çocuk çok iyi bir vaiz ve etrafındaki herkesi ikna edior sadece biyoloji öğretmeni Elena hariç . Evet konu çok güzeldi , film kendini izlettirdi , fakat sonu ortada kaldı kimse kaldırmadı. Film bittiğinde ne olacak şimdi , ne dersi alıcam diye kaldım.
Neyse gelelim en sevdiğim sanat dalına. Yani :Tiyatro
30 Eylül gününe almış olduğum Jennifer'ın Düğünü biletlerini çok güzel yaktıktan sonra 2 hafta beklemek zorunda kaldım.
Senenin ilk oyununu 15 Ekim 'e ; Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde izledim.
On İki Öfkeli Adam.
Aslında geçen senenin oyunuydu ama çok istediğim gibi bir yer bulamadığımdan hep beklettim. Bu sene biletler satışa çıkar çıkmaz aldığımdan tam istediğim gibi bir yer buldum. Serdar Orçin'i en önde izleme fırsatım oldu ya . Diğer oyunculara haksızlık etmek istemem oyun başlı başına şaheserdi. Tüm oyun boyunca hayranlıkla izledim. Alkışlamaktan ellerim çatladı neredeyse. Sezonu bu kadar şahane bir oyun ile açmış olmak çok mutlu etti beni.
Son izlediğim oyunda Devlet Tiyatrolarının bu sene prömiyerini yaptığı , Erkek Parkı idi. Komediydi oyun ama lakikn hiç gülmedim diyebilirim. Herkes kahkahalarla gülerken ben somurttum. Çünkü kadınların alış veriş sevdası yüzünden ,erkeklerin neler çektiğini anlatıyordu. Böyle bir oyunu sahneye koyarken acaba Türkiye'de olduklarının farkında mıydı Sevgili Devlet Tiyatrosu.? Ne çok çekiyormuş erkekler , kadınlardan . Alış verişte onlara eşlik ederken . Keşke bir de kadınların erkekler yüzünden , keşke bir de kadınların erkekler yüzünden yaşadıkları anlatılsa , gerçi komediden çok dram olur ya o .
Neyse.
Yeterince çemkirdiğime göre .
Bu senenin ilk , ayın tek konserine geldi sıra.
Bülent Ortaçgil. Trump Tower alış veriş merkezinde dinledim . Çok keyifliydi . Başka bir havası var bu adamın. Çok sevdim , çok beğendim. Biraz kısa sürdü. Bülent Ortaçgil dinlemek çok keyifliydi fakat Erkan Oğur'u canlı görmek , dünya gözüyle ayrı görmek çok mutlu etti beni.
Okuma olarak ise bu ay rezalet durumdayım . Ancak iki kitap bitirebildim. Diğerine de başladım . Biterse 3 kitap olacak. Biri Nermin Yıldırım - Rüyalar Anlatılmaz. Yazarı bir diğer kitabı olan Unutma Dersleri ile tanıdım ve çok ama çok etkilendim. Rüyalar Anlatılmaz'da yine şahane bir kitaptı .Bir ailenin paramparça oluşunu , konuşulması gerekeni kimsenin konuşmayışı , bir sırrın nasıl derin yaralar açtığı , unutulanlar ve hatırlandıkça insanı yok eden bir hikaye .
Diğeri de Elif Şafak - Havva'nın Üç Kızı.
Ne zaman bir daha okumam desem de okuyorum bu kadını .Satılmak için bu kadar basit bir hikaye yazmamalı , arada kalmışların hikayesi güya ama enterasan bir hikaye değil ki , Herkes arada kalmış bu ülkede .
Şimdi de Kemal Varol okuyorum . Ok gibi kelimeleri var. İnsanın ciğerine saplanıyor. Bu ay bitirmeden bitirmek istiyorum , zaten bitecek gibi duruyor.
Şimdilik bu kadar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)